Bu Blogda Ara

26 Mayıs 2010 Çarşamba

27 MAYIS POLİTİK DEVRİMİ

27 Mayıs üzerinden yaklaşık olarak 50 yıl geçmesine rağmen hala bir takım tartışmaların göbeğinde yer alan bir konudur.Esas olarak bir askeri darbe olmasına rağmen onu diğer 'Faşizan-Cunta' karakterli askeri darbelerden ayıran bir çok yönü vardır.En başta 27 Mayıs'ı değerlendirirken ondan önce gelişen olaylara sıkı bir göz atmak fayda vardır.

CHP'nin yürüttüğü tek parti rejiminden sonra, iktidarı epey cafcaflı ve gösterişli vaadetlerle devralan ve demokrasi havarisi,hürriyetçi bir hava sergileyerek tek parti rejiminin anti-demokratik, baskıcı ortamından bunalan birçok aydın,devrimci,ilerici insanların bile desteğini arkasına alan Demokrat Parti mecliste büyük bir çoğunluğu elinde bulundurmaktaydı.Kısa bir süre sonra yaptıklarıyla gerçek karakterini ön plana çıkartan Demokrat Parti antika çağlardan kalma Tefeci-Bezirgan Sermaye ve Finans Kapital çetesinin ve onun yerli acentalarının CHP'den sonraki adreslerden başka birşey değildi.Dr.Hikmet Kıvılcımlı'nın işaret ettiği gibi sadece devletin olanaklarından nemalanların yani üleşimin sayısı 20'den 400'e çıkıyordu.CHP'den daha farklı olarak Tefeci Taşra Hacıağalarıyla ve Şehirli Kodaman Bezirganlarla, irtica güçleriyle de sıkı bir bağ kuran DP iktidarını gerici kuvvetlere dayandırarak güçleniyordu.İktidara gelmeden önce ki demokrasi ve hürriyet havarisi sözlerini de askıya alır nitelikteki muhaliflerine göz açtırmayan anti-demokratik tutumunu zamanla daha da arttıran ve 57 seçimlerinde oyları düştükten sonra sertliği son kertesine çıkartan DP'ye karşı artan genel bir hoşnutsuzluk kendini, öğrencilerin başını çektiği kitle gösterileriyle açığa
çıkarıyordu.27-28 Nisan 1960 tarihlerinde Nedim Özpolat, Turan Emeksiz gibi yurtsever gençler Beyazıt Meydanın da yapılan eylemlerde polis kurşunuyla vurularak öldürülmesi artık kaçınılmaz olan sonra doğru ilerletiyordu DP iktidarını.Bu 10 yıllık süreçte Emperyalizm ağını sıkı bir şekilde ülke topraklarının dört bir yanına saran ve gericiliği kışkırtarak Cumhuriyet Devriminin birçok kazanımına sekte vurmaya kalkan DP'ye karşı, Jön Türk Gelenekli Ordu ve Aydın Gençliğimiz sesini daha da yükselterek 27 Mayıs 1960 tarihinde iktidarı bu zorba güçlerden devralmıştır.

Tanzimatla başlayan 1908 Meşruiyet Devrimi,1923 Cumhuriyet Devrim’inde hep vurucu öncü gücü oluşturan Devrimci Ordu Gençliğimiz geçmişten gelen refleksle bir kez daha sahneye çıkarak 27 Mayıs’ta da bu görevini başarıyla yerine getirmiştir.Üretim ilişkilerin de kökten bir değişiklik yapmadğı için sosyal devrim niteliği taşımamaktadır lakin çok önemli üstyapı değişikliklerine gidildiği için ‘Politik bir Devrimdir.’.27 Mayıs süreci sonrasında Türkiye Halkı sınırlıda olsa birçok hakka ve özgürlüğe kavuşmuştur.Özetle sıralarsak bu önem arzeden değişikleri; başta işçi sınıfının bilincinin yükselmesinde ve toplumsal muhalefetin ekonomik-demokratik bir mücadele şeklini almasında büyük payı olan sendikal hak ve özgürlükler genişletilmiş, işçilere grev ve toplu-sözleşme hakkı verilmiştir.Üniversiteler özerk birer kurum haline getirelerek öğrencilerinde yönetimde kısmen hak sahibi olduğu demokratik bir üniversite ortamı yaratılmış, Anayasa Mahkemesi bu dönemde oluşturulmuştur.Ayrıca TRT’de bu dönemde kurulmuş ve yapılan değişiklikler 61 Anayasası’yla güvence altına alınmıştır.Milli Bakiye sistemi getirilerekte mecliste temsil hakkı daha demokratik bir hale getirilmiştir.

Yukarıdaki tüm bu kazanımların ötesinde işçi sınıfının politik bilincinin yükselmesi ve toplumsal muhalefetin sosyalist bir zemine doğru evrilmesi bu süreç sonunda oluşmuş, bir çok Marksist klasikde bu dönemde Türkçe’ye çevrilmiştir…

Sözün özüne gelirsek; 27 Mayıs karakteristiği gereği 12 Mart ve 12 Eylül’den birçok yönde ayrılmaktadır bu yüzden 27 Mayıs’ı ‘Faşist-Cunta Darbesi’ olarak kategorize etmek deli saçması bir tutumdur.Bazı olayları determinize edilmiş olgular ışında değerlendirerek, öncesi ve sonrasını iyi bir şekilde analiz ederek bilimsel ve yansız bir şekilde değerlendirmek entelektüel ahlaka en uygun bir davranış şeklidir.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Söz Hakkı

12 Eylül Cunta yönetiminin bir eseri olan 82 Anayasası günümüze kadar 30’a yakın kez değiştirilse de, esas olarak ona anti-demokratik bir içerik sağlayan sacayaklarına dokunulmadığı ortadadır.

Gündemi yoğun bir şekilde meşgul eden anayasa tartışmaları, muhalefet partilerinin önerileri,hazırlanan taslaklar ve son şekliyle ortaya sunulan anayasa paketinin askeri vesayet rejiminin kalıntılarını güçlü bir şekilde yok edemediği, radikal bir değişimin söz konusu olmadığını bizlere gösteriyor.Bir kaç noktaya temas ederek somut bir şekilde bu söylemimin doğrulunu kanıtlamaya çalışacağım…

İlk olarak Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu konusuna değinirsek ; lider sultasına dokunmayan, parti içi demokrasiyi yok eden, siyasi partileri statik bir yapıya dönüştüren ve dünyanın birçok yerinde hatta gelişmemiş ülkelerde bile uygulanmayan bir baraj sistemiyle tamamen anti-demokratik bir nitelik taşıyan bu kanun üzerinde mecliste çoğunluğu oluşturan siyasi partilerin iktidar ve muhalefetiyle beraber adeta mutakabata varıp herhangi bir değişiklik konusunda adım atmamış olmaları düşündürücüdür.Çeşitli Stk’lar, sendikalar ve siyasi partilerin en azından barajın %3 veya 5’e inmesine yönelik yaptıkları çağrılarda bu şekilde sonuçsuz kalmıştır.


Birçok konuşmasında milletin iradesinden dem vuran T.Erdoğan, millet dediği kavramın iradesini tam olarak yansıtmayan bir mecliste , çağdaş demokrasilerde olmayacak bir şekilde meclisin çoğunluğunu elinde tutarken, barajın düşürülmesine yönelik yapılan tartışmalarda da AKP kurmaylarının ülke istikrarı için bu konuda bir değişiklik düşünülmediğini söylemesi ayrıca bir tartışma konusudur.

2002 seçimlerinde Türkiye geneli oyların %36’sını alan ama meclisteki çoğunluğun yaklaşık %65’ine sahip olan ve 2007 seçimlerinde bu sefer oylarını yüzde %47’ye çıkaran fakat barajı aşarak meclise giren 3. bir partinin daha girmesiyle m.vekilli sayısını azaltan AKP, yine de çoğunluğu elinde tutarak meclisin yaklaşık %60’ına sahip olmuşlardır. Hal böyleyken, kendilerine haksız bir şekilde çoğunluk sağlatan bu sistemin değişikliğine sıcak bakmamaları gayet doğaldır.Her söylemlerinde demokrasi kahramanlığını kimselere bırakmayan iktidarın bu kendine demokrat tutumu açıkcası bizleri çok fazla yanıltan bir hal değildir.

Demokrasi evrensel tanımı gereği ‘çoğunluğun azınlığa karşı bir diktası değil’ tam tersi azınlığın haklarının da en güçlü şekilde yer bulduğu ve korunduğu bir yönetim biçimidir.Lakin darbelerin bir çocuğu olan, gerici-kökten piyasacı AKP’den demokrasi ve insan hakları gibi konularda evrensel normlara uygun refleksler beklememiz zaten en başta yapacağımız bir hata olurdu.

Anayasa değişiklik paketi tartışmaları ışığında değinmem gereken bir başka konu da kamu çalışanlarının grev ve toplusözleşme haklarıdır.Anayasanın 90.Maddesine göre Türkiye’nin uluslararası kuruluşlarla yaptığı antlaşmaların kanun hükmünde bağlayıcılığı vardır.Bizim de tarafı olduğumuz ILO(Uluslararası Çalışma Örgütü) sözleşmesi gereğince kamu çalışanlarımızın toplusözleşme ve grev yapması yasal bir haktır.Fakat iktidar yıllardan beri bu yasal hakkı görmezden gelerek, uygulanmasına engeller çıkartarak anayasal bir suç işlemektedir.Yeni Anayasa Paketinde bu konuyla ilgili yapılan düzenlemelerin de içinin boş ve samimiyetden uzak olduğunu çeşitli sendikal örgütlerin temsilcilerinin kamuoyuna paylaştıkları söylemlerinden anlamaktayız.Tabi farklı görüşleri savunan, hükümete yakınlığıyla bilinen sendikaların değişiklik paketi karşısındaki teslimiyetçi tutumları da ayrıca düşündürücüdür.
Söz hakkı sendikalarda….

DİSK tarafından yapılan açıklama da, paket de bazı olumlu maddeler olmasına rağmen kesinlikle katılmayacakları maddelerin de var olduğunu ve daha geniş bir mutakabatla, çeşitli kurumların da görüşlerinin alınarak yeni bir düzenleme yapılmasını ve bu ‘ anasaya değişikliği paketi’inin geri çekilerek temel yasalardan Anayasa'nın yürürlükteki haline aykırı düşen maddelerinin ayıklanması gerektiği dile getirilmiştir.Özellikle seçim, siyasi partiler, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, toplu sözleşme, grev ve lokavt yasalarında köklü bir değişikliğin gerekliliğini vurgulayan DİSK, seçim barajının yüzde 10’dan en az yüzde 5’e çekilmesi ve ILO sözleşmesine atıfta bulunarak, 90. maddenin uygulamaya geçirilmesini konusunda görüşlerini beyan etmiştir.

KESK Genel Başkanı Sami Evren’de Anayasa paketine ilişkin öneri ve eleştirilerinde, çalışma hayatının demokratikleştirilmesi gerektiğini ve kamu hizmetlerinin piyasa insafına terk edilmemesi, özellikle kamu hizmetlerinden eğitim ve sağlık hizmetlerinin parasız olması gerektiğini vurguladı.53.madde konusundaki itirazını da dile getiren Evren, toplu sözleşme hakkı tanınıyor gibi gözükmesine rağmen tam tersi bir şekilde yeni düzenleme ile uzlaştırma kurulu kararlarının toplu sözleşme hükmünde olmasını ; “(…)sendikal mücadeleyi ortadan kaldırmış oluyor. Tasarı bugünkü şekliyle geçerse örtülü grev yasağı anayasaya giriyor." şeklinde yorumladı.

‘Anayasa Paket’ini inceleyerek, bir raporla hükümete bildiren Türk-iş, 51. maddedeki “aynı zamanda ve işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamayacağı” hükmü ile 53. maddenin son fıkrasında yer alan “aynı işyerinde, aynı dönem için, birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz” hükmünün kaldırılmasını , ayrıca Anayasa'nın "Grev Hakkı ve Lokavt Hakkı"na ilişkin 54. maddesinin birinci fıkrası "Toplu iş sözleşmesinin yapılması ve uygulanması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptir. Menfaat grevi ve hak grevinin kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunla düzenlenir" şeklinde değiştirilmesini ve maddenin 2, 3, 4, 5, 6 ve 7. fıkralarının yürürlükten kaldırılmasını istemektedir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi konusunda da yapılacak değişikliklerin “Toplum mutakabata” dayandırılması gerektiğini beyan etmiştir.


Milliyetçi-Mukaddesatçı biz çizgide yer alan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız’da yaptığı açıklama da, “Toplumsal Mutakabat” üzerinde durarak, yapılacak değişikliklerin bu doğrultuda gözden geçirelerek ,uzlaşma ve müzakere mekanizmalarının da devreye sokularak görüşülmesi gerektiğini vurgulamıştır.Ayrıca anayasanın 53. ve 128. maddelerinde yapılacak değişikliklerle kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanınmasını olumlu bulan Akyıldız, fakat kamu görevlilerinin grev ve siyaset yapma hakkı konusunda bir değişikliğin düşünülmediğini ve ILO sözleşmesi doğrultusunda ve anayasanın 90.maddesine dayanarak bu konu da taleplerinin olduğunu dile getirmiştir.

Hükümete yakınlığı ile bilinen Hak-İş’te, 51. ve 53. maddelerde yapılan değişikliklerin ‘içeriği olumsuz yönde işlese(!)’ önemli bir kazanım olduğunu dile getirerek AKP’ye yakınlığını bir kez daha tescillemiş oldu.

Hak-İş gibi ,AKP’nin her türlü gerici-piyasacı neo-liberal politikalarına kayıtsız şartsız destek veren sarı sendika konumundaki Memur-Sen, kendisinden beklenildiği üzere ‘yeni anayasa paketine’ büyük oranda destek vererek temsil ettiği sınıfın değil, AKP ve onun güdümündeki egemenlerin yanında yer alarak bizleri yine şaşırtmadı.

Reformdan öte bir kuşatma hikayesi…

Yargı üzerinde yapılması düşünülen değişikliklere gelirsek eğer; AKP’nin bunu yapmaktaki en büyük amacının kendi söylemlerine dayandırırsak “kuvvetler ayrılığının tam olarak sağlandığı,siyasallaşmamış bağımsız bir yargı’ oluşturmak olduğunu görürüz. Fakat pakette yer alan düzenlemeler yargıyı bağımsızlaştırmaktan öte onu hükümet yanlısı bir konuma çekerek kendi ideolojileri doğrultusunda siyasallaşmış bir yapıya dönüştürmeyi amaç edinmektedir. 17 üyeden oluşturulması düşünülen Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimini 10’u dolaylı 4’ü doğrudan olmak üzere cumhurbaşkanına devretmeyi amaçlayan düzenleme, cumhurbaşkanlığı makamını 12 Eylül döneminde bile tanınmayan yetkilerle donatılmasını sağlıyor.Ayrıca HSYK konusunda yapılması düşünülenleri de hesaba katarsak, bu düzenlemelerin, her iki kurumun bağımsızlığına gölge düşürecek nitelikte olduklarını görürüz.

Paket de yer alan, üzerinde sıkça tartışma yaratılan ve 12 Eylül Faşist-Cuntası’nın generallerinin ve baş sorumlularının yargılanmasını engelleyen ‘geçici 15. madde’nin de kaldırılması da gündemde, fakat bunun sembolik bir değer taşıdığını ve bir aldatmaca olduğunu, 12 Eylül generallerinin yargılanmasını sağlamayacağını çeşitli hukukçular ve uzmanlar dile getiriyor.Lakin Marmaris’teki Evren Paşayı köşke davet edip onurlandırarak, taçlandıran bir zihniyet den aksi bir tutum sergilemesini de bekleyemezdik.Sonuçta AKP iktidarının, onun temsil ettiği görüşün ve onun altyapısını oluşturan cemaatin bugünlere gelmesini sağlayan koşulları hazırlayan 12 Eylül darbecilerine karşı ödemiş oldukları diyet de buna izin vermezdi.

Hemen yanıbaşımızda ve Arjantin’de yakın zaman da yaşları göz önüne bile alınmaksızın eli kanlı cuntacılardan hesap sorulduğu gerçeği gün gibi ortadayken, AKP hükümeti ise ‘Ergenekon’ soruşturması altında darbeci avına çıkarak, esas olarak ‘egemen güçler arasındaki bir iç savaş veya iktidar kavgası’ olarak değerlendirebileceğimiz bu durumu bizlere demokratikleşme ve sivilleşme olarak yutturmaya çalışırken, herkesin tanık olduğu ve izlerinin hala silinmediği olaylar karşısındaki vurdumduymaz tutumu, onların iki yüzlülüğünü sergiler niteliktedir.

-1 Mayıs 77’de yaşanan katliam için,
-Faili Meçhul siyasi cinayetler için,
-JİTEM ve Doğu-Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan faili meçhul cinayetler için,
-Darbelerin araştırılması için verilen Araştırma Komisyonu tekliflerinin hepsini AKP reddetti ve Hrant Dink cinayetin de göz göre göre ihmali olanlar hakkında gerekli olan yasal işlemlerin yapılmaması da ayrıca belirtebileceğimiz bir unsur.

Hal böyleyken yorumu sizlere bırakıyorum…


Son olarak özetle; bu yeni anayasa paketinin o, özlemlerimizde yatan, askeri vesayeti ortadan kaldıran, sivil, demokratik, özgürlükçü ve sosyal bir içerik taşıyan anayasa talebimizle uyuşmadığı ortadadır.Bir takım olumlu maddeler olduğu gibi çoğunluk olarak olumsuzlukları içinde barındıran bu paketin emekçi kitleler yararına, insanca yaşam ve özgürlüklerin korunması ve çoğaltılması adına bizlere bir şey vaat etmediğini görmekteyiz.Esas olarak yapılmak istenen anayasa değişikliğindeki asıl amaçta 2011 seçimlerine az bir süre kala oyları düşmekte olan AKP’nin buna karşıt bir hamle oluşturması ve kendi fikriyatları doğrultusunda şekillendirmeye çalıştıkları devletin çeşitli kurumları arasına, uzun bir süredir önlerine engel teşkil eden yargıyı da kuşatarak eklemektir.