Bu Blogda Ara

11 Ağustos 2017 Cuma

EVRİM TEORİSİNİN TARTIŞILMASI YASAKLANMALIDIR! - İBRAHİM UTKU NAR

Evrim teorisi tartışmaya açılacak bir konu değildir. Bilim insanlarının üzerinde mutabakat sağladığı bir gerçekliktir. Arkeolojik, antropolojik bulgular; biyoloji ve doğa tarihi üzerine yapılan çalışmalar evrim teorisinin geçerliliğini defalarca kez kanıtladı. Evrim teorisini destekleyen yüz binlerce makale, milyonlarca kanıt vardır. Çok uğraşılsa da evrimin aksini ispat edecek bir kanıt henüz bulunmuş değil.

Evrim teorisinin reddedilişi, bilimsel temellere değil; sezgilere, duygulara, kanaatlere dayanmaktadır. Evrim her türlü yaradılış öyküsünü çöpe atıp, türlerin kökenini ve gelişimini evrimsel biyoloji üzerinden ele alan bir teoridir. Coğrafi, iklimsel değişiklere karşı mücadele eden, yeryüzünün değişen koşullarına 'doğal seçilim' yoluyla uyum sağlayan türlerin dünü bugünü evrim teorisinin ışığıyla incelenmektedir. Dünyanın birçok yerinde, hatta İran da bile, evrim teorisi ortaöğretim müfredatında yer almaktadır.

Geçerliliği defalarca kez ispatlanmış bir teorinin müfredattan kaldırılması konusunun 'fazla büyütülmemesi' gereken bir şey olduğunu beyan eden Nuray Mert'e hatırlatmak gerekir ki:
Evrim teorisine yönelik saldırılar; bilime, aydınlanmaya yönelik saldırılardır. Evrim karşıtlığı siyasi iktidarın beslendiği bir damardır, bir paradigmadır. Bu paradigmaya, milli ve manevi değerlerimiz, oy kaygısı, pragmatizm, popülizm uğruna taviz vere vere bugünkü milliyetçi-mukaddesatçı iklimi yarattık. Bu iklimden kurtulmanın yolu, göğsümüzü gere gere evrim teorisini her platformda savunmaktadır. Aydınlanmacılığın, toplumculuğun, bilimin turnusolu evrime yönelik bakış açısıdır.

NOKTA!

3 Ağustos 2017 Perşembe

Venezuela | Kurucu Meclis Bolivarcı devrimi kurtarabilecek mi? - İBRAHİM UTKU NAR


ABD destekli sağcı muhalefetin sürüklediği protesto gösterileri sonucu kaosun hüküm sürdüğü bir ülke haline gelen Venezuela’da, yeni anayasayı yazacak Kurucu Meclis’in üyelerini belirleyecek seçim, şiddetli protesto gösterilerinin ve sağcı muhalefetin boykotunun gölgesinde geçti. Katılım oranının yüzde 41.5 olduğu seçimleri, mevcut başkan Nicolas Maduro’nun Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) kazandı. “Seçimler Latin Amerika’nın gelecek bağımsız yıllarını başlatıyor” diyen Maduro, seçim sonuçlarını tanımayacağını açıklayan ABD Başkanı Trump için de, “Trump’ın ne dediği umurumuzda değil, halkımızın ne dediği umurumuzda” ifadesinde bulundu.
Venezuela’yı yangın yerine çeviren protesto gösterilerinde şimdiye kadar 100’ün üzerinde insan hayatını kaybederken, ekonomik ve siyasi açıdan darboğaza giren ülkede işler pek durulacağa benzemiyor.
Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan Venezuela’da kamu petrol şirketi PDVSA’nin yön verdiği ekonomi sayesinde petrol ihracatından kaynaklı gelirler kamucu bir anlayışla uzun yıllardır alt gelir grubundakilere aktarılıyor. İşsizliğin düşmesi, sosyal konut projeleri, eğitim ve sağlık sektöründe yapılan köklü reformlar, alt gelir grubundakilerin yaşam standardını arttıran sosyal politikalar ve altyapı yatırımları Chavistaların en büyük başarıları olarak öne çıktı. Bolivarcı hükümetin bu başarısı, ABD’nin arka bahçesi olarak görülen Latin Amerika’da domino taşı etkisi yaratarak birçok yerde halkçı-popülist partilerin iktidara gelmesini sağladı. Bu iktidarların en büyük handikabı, sermayeye karşı radikal bir pozisyon alamamasıdır. Bu noktada, yapılan önemli reformlar hep belli sınırlar içinde kaldı.
Petrol fiyatlarındaki değişiklikler ve sermayenin spekülatif hareketleri, ABD’nin ekonomik yaptırımları, burjuva liberal muhalefeti (ABD destekli sağcı muhalefet) sürekli besleyip büyütmesi, Batı medyasının ve ülke içindeki ana akım medyanın uluslararası topluma yönelik yaptığı tek taraflı yayınlar, sermayenin temel tüketim mallarına yönelik sabotajı, vurguncuların stokçuluk yaparak fiyatları ve enflasyonu yükseltmesi gibi temel etkenler, Bolivarcı devrimin kalbinde onarılmaz yaralar açmış durumda.
Venezuela’nın içinde bulunduğu durumu, sadece dış etkenlere, sermayenin ekonomiyi sabote etmesine ve sağcı muhalefete bağlamanın tek başına yeterli olmayacağını düşünen kesimler, Chavez’in ölümünden sonra Devlet Başkanlığına seçilen Maduro’nun selefinin başlatmış olduğu Bolivarcı devrim sürecini sağlıklı bir şekilde yürütemediği görüşündeler. Petrol fiyatlarının düşmesinin akabinde, iktisadi açıdan darboğaza giren ülkede, Maduro tarafından alınan önlemlerin Chavez’in devrimci mirasına aykırı olduğu belirtilmekte. Örnek verirsek; Chavez yaşarken, ülkenin yüzde 12’sini oluşturan Amazon ormanlarını hiçbir yatırımcıya açmazken, Maduro döneminde ormanlar çok uluslu altın arama şirketlerine peşkeş çekilmiş durumda. Çevresel sebepler ve Amazonlarda yaşayan yerli halkların yaşam hakkına duyduğu saygıdan ötürü Amazon ormanlarını dokunulmaz bir yer haline getiren Chavez’in aksine Maduro, belli imtiyazlar tanıdığı şirketlerin doğayı talan etmesine göz yumdu. Bunun yanı sıra, bürokrasi aygıtının sermaye birikim aracına dönüşmesi, devlet görevlilerinin artan yolsuzlukları, kamu denetim mekanizmasının saf dışı bırakılması, yoksulların ve işçi sınıfının kazanımlarının büyük ölçüde budanması, bu kaotik durumdan sermayenin hem siyasi hem de iktisadi güç kazanması bugünkü durumu yaratan diğer sebepler.
2015’te sağcı muhalefetin, Meclis’in üçte ikisini ele geçirmesi, Maduro yönetimine yönelik güçlü bir mesaj olarak değerlendiriliyor. Seçim sonuçlarını, Chavez’in mirasının reddi olarak yorumlamamak gerekir. Toplumun büyük çoğunluğu hala Bolivarcı devrimin yanında, ancak Maduro yönetiminden duyulan rahatsızlık, Chavez’in sadık destekçileri arasında da hayat bulmuş durumda. 2 milyona yakın Chavez destekçisinin 2015 seçimlerinde tepki olarak oy kullanmadığı vurgulanıyor.
Bolivarcı devriminin akıbetinin ne olacağı büyük bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. Maduro yönetiminin, mevcut krizi çözme noktasında aldığı sert tedbirlerin ve Kurucu Meclis seçimlerinin, ülkedeki kaotik durumu sona erdirmesi şimdilik zor gibi. Arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da, Chavez ile birlikte filizlenen popülist solun yükselişinin kesintiye uğramasını daha da derinleştirmek isteyen ABD’nin, kendine tabi kıldığı sağcı muhalefet eşliğinde ve ekonomik sabotajlarla Brezilya’dan sonra Venezuela’da da taşları yerinden oynatmak için darbe de dahil bütün kozlarını kullanacağı aşikardır.

PEKİ AMA NEDEN CHP?

Ortada güçlü bir sınıf dinamiği ve onu temsil eden örgütlü bir güç maalesef yok. Yakın vadede toplumsal muhalefetin sınıf-halk pusulası temelinde yükseleceğine dair ortada bir done de yok. Diyalektik materyalizm hareket ve değişime dayanır. Hiçbir şey yapmadan sadece söylem düzeyinde kalmak, şahsen beni tatmin eden bir şey değil. Bir şey yapmak durumundayız. Nesnel koşullar neticesinde bazen tali yolları zorlamak gerek. Etnikçilik, kimlikçilik, mezhepçilik hastalığının bütün solu bir virüs gibi kapladığı bir momentte, sınıf paradigmasını güçlü bir şekilde savunmak, kimileri için arkaik ve demode olarak değerlendiriliyor. Bu Türkiye Solu için değil, dünyadaki bütün sol akımlara bulaşan hastalıklı bir ruh hali. Reel sosyalizm çöktükten sonra, post-modern ideologların ürettiği Marksizmin reddine dayalı, emek-sermaye çatışmasını ana çelişki olarak görmekten vazgeçen zihniyetle mücadele etmek, emperyalist kapitalizm ile mücadele etmek kadar öncelikli görevimiz. Ancak somut durum ve objektif koşullar, konjonktür ve nesnellik örgütlenme noktasında belirleyici faktörlerdir. Şunu da iyi tahlil etmek gerek; CHP tabanı, tavanından bağımsız bir şekilde Türk toplumunun en aydın, en ilerici ve en devrimci kesimidir. CHP tabanı eksiğiyle gediğiyle Türkiye'nin aydınlanma mirasını ve devrimci dinamizmini bünyesinde barındırır. Sosyalizm adına güçlü bir dinamik ortaya çıkacaksa, bunun temel bileşeni CHP tabanı olacak. Bu noktada kimileri bu tabana kendi bağımsız hattını inşa edip dışarıdan bilinç taşıyacaktır, kimileri ise bu çeperin içinde kalarak bu tabanı içeriden etkileyecektir. Bizler içeriden etkilemeyi ve mücadeleyi tercih etmiş bulunuyoruz.

BUNLARIN HEPSİ ALKOLDEN...

Bazen niye bu kadar çok okuduğumu o kadar çok sorguluyorum ki. Amacı yok gibi her gün altı çizilen cümlelerin ve sayfaların kenarına iliştirilen notların. Ben değil, içinde bulunduğum ortam bana yabancılaşmış vaziyette. Yaş attıkça ketumlaşmam bu sebepten. Eskiden benliğim ve yüreğim gizemini koruyamazdı. Şimdi beni ben yapan her şey fethedilmesi gereken Bastille Hapishanesi'nde tecrit edilmiş durumda. Neyseki harekete geçen kimse yok. Böylesi daha mı iyi? Böylesi kesinlikle daha iyi. Melankoliden neredeyse arındım; deşilmemesi gereken ruhuma temas edilmemesi önemle duyurulur.

KÜBA BÜYÜKELÇİSİ CASALS İLE...

Kaleiçi Oldtown Festivali için Antalya'ya gelen Küba Ankara Büyükelçisi Alberto Gonzalez Casals ile gündemdeki konular üzerine epey konuştuk. Venezüella'daki ABD destekli muhalefetin darbe girişimi, aşırı enflasyona neden olan durumlar, Kolombiya'daki barış görüşmeleri derken konuyu Ortadoğu'ya getirdik. Ben herhangi bir girizgahta bulunmadan kendisi konuyu açarak, Kuzey Suriye'deki YPG/PYD'nin Amerikan emperyalizminin çıkarlarını gözeten, ABD'ye Suriye'nin kapılarını açan taşeron bir örgüt olduğunu vurguladı. IŞİD ve diğer cihatçı çetelerle ilgili olarak da, bahsi geçen yapıların ABD tarafından besleyip büyütülen, silahlandırılan çeteler olduğunu, emperyalizmin taşeron ve piyon örgütler aracılığıyla bölgedeki alanını genişlettiğini belirtti. Bölgedeki savaşın, enerji kaynakları üzerine hegemonya kurmaktan ziyade, esas olarak küresel güçlerin finansal hegemonya alanını genişletme isteğiyle paralel olduğunu da ekledi.

BİR RANTİYE YAZISI

Bu aralar en büyük sıkıntım ani bir hareket yapınca çatır çutur ses çıkartan eklem yerlerimin paslaşmaya başlaması. Bu realiteye mukabil iyice aklı selim oldum. Eskiden ne hissedersem herkesin payına bir melodram düşerdi. Şimdi tek başıma iken bile duygusallıktan soyutlanmış haldeyim. Bu halden sıkılmaya başlamışken karşıma biri çıktı. Bu sefer tamam derken o da kozasından çıkıp uçup gitti. Vakti gelince ben de tam anlamıyla sevebilirim. Ancak şu aralar şişmiş göz altlarımın esiriyim. Neyse zaten hiçbir şey yolunda gitmiyor. Sosyal hayatta, çalışma yaşamında istediğin kadar üret, istediğin kadar standartların üstüne çık, vizyonsuz insanlara tevekkül etmemiz bekleniyor. Biz o kadar ezik olamadık. Kendi yaptıklarımızın reklamını kör göze parmak sokar gibi öne çıkarmadık, çıkaramadık. Neyse ki tarih o karar alıcıların esamesini okumayacak. Tek tesellimiz bu.

15 TEMMUZ ÜZERİNE

Kendini kurucu irade olarak adlandıran her siyasi hareket veya zümre, kurduğu rejimin meşruiyetini sağlamak için kuruluş ve kurtuluş gibi birtakım mitlere ihtiyaç duyar. Bu mitler sayesinde kurulan rejim belli bir tarihselliğe ve ontolojiye dayandırılmak istenir. 15 Temmuz ile ilgili abartılı kutlamalar (anma demek imkansız) ve söylemler, AKP'nin 16 Nisan'daki hileli referandum sonrasında perçinleştirdiği yeni rejiminin hem tarihsel hem de ideolojik sacayaklarıdır. Telekomünikasyon firmalarının bugüne özel promosyonları, ana akım medyanın kutlamalara yönelik özel ilgisi, sermaye gruplarının gazetelere verdiği 'demokrasi' vurgulu ilanlar, sanatçıların, medyatik isimlerin 'duyarlılık' sahibi kesilmeleri yeni bir rejimin, yeni bir paradigmanın eseridir. 1923 paradigması ve kurucu iradesine ait tarihselliğin reddiyesi üzerine kurulan mevcut rejimde, benzer duyarlılığın yukarıda bahsi geçen kesimler tarafından niye 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan, 10 Kasım'da gösterilmediğini sorgulamak anlamsızdır.
Ek düşmek gerekirse; 15 Temmuz darbe girişimine tiyatro demek, küçümsemek yanlıştır. 250 kişi ölmüştür. Sorgulanması gereken FETÖ'nün TSK'nın içine, kuvvet komutanlıklarına kadar sızması ve darbe yapabilecek güce erişmesidir. Bu yapı bu güce nasıl erişti? Kimler göz yumdu? Kimler zaafiyet sergiledi? Devletin her kademesine sızmış bu çetenin siyasi ayağı neden hala ortaya çıkarılamadı? Hava Kuvvetleri Komutanlığını ele geçirebilecek güçte olan bu hareket, Meclis'te şimdiye kadar 5-10 milletvekili ile, 30-40 ilçe ve belde belediye başkanı ile mi hareket etti?

HAYIRLI CUMALAR...

İslamcılardan öğreneceğimiz bir tarih dersi yok. 6. Filo'yu protesto eden öğrencilere saldıranlar mı bize akıl verecek? Irak işgal edilip 2 milyon Müslüman öldürüldüğünde ses çıkarmayanlar mı bize akıl verecek? Mavi Marmara davasını jeopolitik sebeplerden 20 milyon dolara satanlar mı bize akıl verecek? NATO'nun ne işi var Libya'da deyip koalisyon güçlerine her türlü desteği verenler mi bize akıl verecek? Sizler sadece kendi iktidarınız ve onu korumak için sokağa çıkarsınız. 15 Temmuz lanetlenmesi gereken aşağılık bir girişim ama abartıldığı şekliyle "Our boys did it" minvalinde, CIA'nin bütünüyle desteklediği bir girişim değildi. Haklı olarak kendi rejiminizin tarihini yazmak istiyorsunuz. Bu yüzden de abartı ve olayları mitleştirmeniz olağan. Sizinkisi bir “vatan savaşı” değil, “iktidar savaşı”dır.

BİZ KİMİZ?

Bizler kadro bekleyen taşeronların yanındayız... İş garantisi ve güvencesi olmayan insanların mesai arkadaşıyız... Köprü altında yaşayan şarapçıların, parası yetmediği için ucuz şarap üzerine Marmara Gold bira ile cila yapan gençlerin, tavuk döner ayran ile öğün geçiren dostların, kira parasını denkleştirebilmek için barlarda gecelere kadar üç kuruşa çalışmak zorunda kalan öğrencilerin, rakıya insafsızca zam geldiği için evde yapım boğma rakı içmek zorunda kalan dayıların, fukaranın tek lüksü olan sigara dolardan hızlı yükseldiği için tütüne meyleden, tütün sarmaktan elleri sararmış emekçilerin yanındayız... Sizler ise yanında çalıştırdığı gence sigorta dahi yaptırmayan ama her sene hacca gitmekten vazgeçmeyen, 5 vakit namaz kılan ama parayı bankaya yatırıp faizini yiyen, 11 ay zevk ü sefa içinde lüks sofralarda yemek yeyip bir ay fukarayı "sözde" doyuran, atadan deden kalan malı mülkü fahiş fiyatlara öğrenciye kiralayıp onların sırtından geçinen hacı ağaların, yobazların yanındasınız...

ONTOLOJİ

Konuşmayı hiç sevmem, bir bakıma yazmayı da. Düşünmekten güzeli yok. Tasvir yeteneğim oldukça güçlü; yazıya dökemeyecek kadar. Yüzüm duvar gibi ama beynimin içinde epik bir öykü barınmakta. Sürekli geçmişi özleyip geleceği geçmişime zincirliyorum. Ketumluk böyle bir şey. Günü gelince ne/neler hissettiğimi belki yazarım. O da zor gibi. Kederlenmek ekmek su gibi. Bazen kendimi zorlayıp melankoli içine düşmeyi arzuluyorum. Kim girip çıktıysa hayatıma hiçbir iz bırakmamış, efkarlanmaya dair bir bok bırakmamışlar. Öyle olunca bir sike yaramıyor içilen biralar, şaraplar ve rakılar. Gaz sıkışmasından ve cırcırdan başka bir halta dokundukları yok. Tek faydaları; soyutlama yeteneğim zirve yaptı. Bir de şu yaz aylarında yükselen libidoma çare bulsak...

SAYFİYE YERİ

Kişi odaklı bir kurtuluş olmaz. Prensipler üzerine eğilmek lazım. Sıfat, koltuk, makam bunlar aldatıcı, küçük burjuva saplantılarından kurtulamayanlar için göz alıcı kavramlardır. Toplumcu dünya görüşüm noktasında, bir şeyler yapabilmek, üretebilmek için hiçbir sıfata gereksinim duymuyorum. Belli başlı sıfatlara sahip olan, koltukları dolduranlara da haddinden fazla bir pay biçmiyorum. Sabah akşam kişileri eleştirmenin sonu yok. Eleştirilen kişilerin yerine gelen kişiler de, bir başkaları tarafından eleştiri taarruzuna tutulacak; bu böyle sürüp gidecek. Bundan kurtuluş yok; herkesin kaderi bu. Mühim olan toplum adına, var olan üretim ilişkilerinin yarattığı sömürü düzenine karşı örgütlü ve bilinçli hareket edebilmek. Buna kafa yormak. Buna kafa yormak için de sürekli okumak, araştırma yapmak, tutarlı bir dünya görüşüne sahip olmak gerekir. Kendini sosyalist veya sosyal demokrat olarak adlandıran insanların kaçı düzenli bir şekilde kitap okuyor? Kaçının düzenli bir şekilde takip ettiği bir dergi var? Sosyal medya odaklı bir gündem takibi ve internet haber portalları üzerinden üstünkörü okunan haberler ve makaleler ile toplumsal, tarihsel, siyasal ve iktisadi olaylar ve olgular sağlıklı bir şekilde tahlil edilebilir mi? Bence edilemez. Edemiyorsunuz da. Bu yüzden kişi odaklı yüzeysel bir siyaset anlayışınız var. İhtiras, yaygara, fesatlık, sürekli bir kulis hali...
Merak etmeyin; o çok eleştirdikleriniz gidince, hiçbir şey değişmeyecek. Mevzu sömürü ilişkilerinin son bulması, sınıflı toplum yapısının ortadan kalkmasıdır. Bu yüzden ne kendinizi ne de başkalarını haddinden fazla yıpratmayın. Bir şeyler üretebilmek, söyleyebilmek için zihninizi yıpratın, o kafi.

SAYIKLAMALAR

 Yaz deyince yazabileceğim biri olsaydım şu an sıfır noktasında siyahilerin yol kestiği bir semtte rutubetli bir odada gün sayıyor olurdum. Neyi hayal edip neye yol verdiysem, o yol verdiklerim rutinim oldu. Neye hasret neye kısmet. Hayata karşı ne kadar Don Kişotluk yapsan da, kabız olup basür olma korkusuyla baş edebilir misin? Romantizm orada sıçar işte. Lâkin tek kaygım hiçbir bok olmamak. Bu yüzden kıyıda köşede taşlara sürtünen mavi bir yengecim.